nerden çıktı? – Çok kullandığımız bazı deyimlerin nereden çıktığını biliyor muydunuz?
“bir gün, bir çiftçinin eşeği kuyuya düşer.
adam ne yapacağını düşünürken, hayvan saatlerce anırır.
en sonunda çiftçi, hayvanın yaşlı olduğunu
ve kuyunun da zaten kapanması gerektiğini düşünür ve eşeği çıkartmaya değmeyeceğine karar verir.
bütün komşularını yardıma çağırır.
her biri birer kürek alarak kuyuya toprak atmaya başlarlar. eşek ne olduğunu fark edince, önce daha beter bağırmaya başlar. sonra, herkesin şaşkınlığına, sesini keser.birkaç kürek toprak daha attıktan sonra, çiftçi kuyuya bakar. gözlerine inanamaz. eşek, sırtına düşen her kürek toprakla müthiş bir şey yapmakta, toprağı aşağıya silke leyerek yukarı çıkmasına basamak hazırlamaktadır.
bir süre sonra, komşular toprak atmaya devam edince, herkesin şaşkınlığı altında eşek, kuyunun kenarından dışarı bir adım atıp, koşarak uzaklaşır!
hayat üzerinize hep toprak atacaktır; her türlü pislik ile.kuyudan çıkmanın sırrı, bu pisliği silkeleyip bir adım yükselmektir.
sıkıntılarımızın her biri bir adımdır. en derin kuyulardan bile yılmayarak, usanmayarak çıkabiliriz.
silkelenin ve biraz daha yukarı çıkın.”
osmanlı’da bayrama kadar sabredemeyen ve bayramlıklarını üstlerine geçirip arife gününde sevinçle sokaklara dökülen bu sevimli çocuklara, arife çiçeği denirdi. arife çiçeği tabirinin kullanılması, çocukların neşeleri ve rengarenk görüntüleriyle sokakları cıvıl cıvıl hale getirmelerinden kaynaklanıyordu.

bayramı bir gün öncesinden getiren minikler, bayramlıklarını göstermek ve ağızlarını tatlandırmak için yeni kıyafetleriyle kapı kapı dolaşırlardı. arife çiçekleri, herkesin içine huzur, neşe ve umut işlerdi.
“dünyanın en sadık canlısı “divane kuşudur”.
eğer dişisi ölürse erkek olan taş yiyerek intihar eder.
aşkından divaneye döndüm sözü buradan gelir.
britanyalıların kolonize ettiği hindistan’ın tekstil ürünlerini kendi mallarına rakip olmaması için 40 bin hint ustasının parmaklarını kesmesine dayanıyor.
70lerde reno'lar i̇lk çıktıklarında sağ aynasız çıkıyordu fabrikadan. alan kişi ilk önce sağ aynayı taktırıyordu. polis arabalarına kimse cebinden ayna taktırmadığı için sivil polis araçları hemen belli oluyordu.bu yüzden polislerin argoda adı'aynasız' olarak kaldı
atalarımız bozkır hayatı yașarken arkadan herhangi bir saldırıya mani olmak için sırtlarını bir ağaca, kayaya veya taşa vererek ok atarlardı. “sırt dayanan taş“a “arka-taş” demişler, oradan da “arkadaş” olarak dilimize yerleşmiştir. arkadaş, yani sırtını dayayabileceğin kişi…
” sikkim ” hindistan ‘da himayalar bölgesinde bir eyaletmiş arkadaşlar ve eski zamanlarda sürgün yeri olarak kullanılırmış. sözün anlamı işte buradan gelmekteymiş.

sikkim'e dair bir diğer bilgi ise eski zamanlarda sürgün yeri olarak kullanılmasıydı. yani yukarıda bahsi geçen sözdeki gibi birini uzak ve dağlık bir alana sürgün etmek aklınızdan geçerse...

sikkim'e dair bir diğer bilgi ise eski zamanlarda sürgün yeri olarak kullanılmasıydı. yani yukarıda bahsi geçen sözdeki gibi birini uzak ve dağlık bir alana sürgün etmek aklınızdan geçerse...
ona 'sikkim'e kadar yolun var.' diyebilirsiniz.
unutkanlık beyinden balgam artmasıyla olur.
kafa soğuğa maruz kaldıkça kafadaki su balgama döner.
balgam beyni soğutur. soğuk beyin yavaş çalışır
eskilerde kafayı üşütün mü deyimi buradan gelir
‘baldız baldan tatlıdır’ ataözünün gerçeği aslında ‘daldız baldan tatlıdır’ demektir.

daldız ne demek?
- marangozların kullandığı ağaç oymaya yarayan oluklu demir alet.
- ağaçtan oyulmuş arı kovanı.
- ağaçtan oyulmuş yayık.
- petekten bal almak için kullanılan demir kepçe, demir bıçak.
türkiye'nin milli çay tabağı olarak bilinen bu altlığın adı aslında "acem çay tabağı"dır. çay tabağının kökeni aslında i̇ran'a kadar uzanıyor. i̇ran'da ise "nalbeki" ismiyle kullanılıyor. uzun yıllar boyunca kullanılmaya devam eden bu çay tabağının tasarımının kime ait olduğu ise tam olarak bilinmiyor.
türkiye'de bu tasarımı ilk olarak üretip dağıtıma sunan i̇stanbul porselen olduğu ve çay tabağını hala aynı şekilde kalıplara basarak üretimine devam ettiği bilinir.
bu çay tabaklarının üzerindeki renkler ve figürler ise gelişi güzel tasarlanmamış. i̇lk olarak çay tabağına bakıldığında kırmızı renkler dikkat çekiyor. aynı tabağın mavi ve yeşil renkleri olsa bile kırmızı rengi her zaman daha fazla dikkat çekiyor. kırmızı oluşuyla millileşen çay tabağına beyaz renk eşlik ediyor.
kırmızı renk ise çayın tavşan rengi kanı görünmesini sağlıyor. eğer tabağın her yeri kırmızı olsaydı bu sefer çayın acı ya da bayat olduğu düşünülürdü. beyaz tasarım böylelikle negatif algıyı yıkmış oluyor.
kirmizinin ve desenleri̇n anlami

çay tabağının orta kısmında bulunan çiçek figürüne ise penç adı verilir. penç, türk sanatına ait bir süs desenidir. ayrıca farsça'da "5" anlamına gelir ve yine bu motif yaprak sayısına göre isimlendirilir.

çay tabağın yan taraflarında yer alan kırmızılar ise parmak izlerini temsil eder ve 7 adet olması haftanın günleri anlamına da gelir.
kirmizi desenleri̇n yaninda yer alan fi̇güre "rumi̇" deni̇r

kırmızı beneklerin yanında yer alan figür yine çiçektir adı ise rumi'dir. birçok dönemde sıkça kullanılan rumi figürü "anadolu'ya ait" anlamına gelir. zamanında i̇ran'a kadar uzanan anadolu'ya "diyar-ı rum" denildiği için bu figüre verilen isim rumi olmuştur.

kaynak: i̇slam ansiklopedisi, my persian corner
söylenir ki, bir gün cengiz han, tüm hanlarını toplamış, sağ yanına da eşini oturtmuş;
cengiz han hanlarına,
-- "ben hanlar han'i cengiz han, hepinizin hanıyım", eşini göstererek;
-- "bu da benim han im" demiş.
i̇şte erkeklerin "eşim" anlamında söyledikleri "hanım" kelimesi oradan geliyormuş..
üst düzey yöneticiler; şirketin stratejilerini kısa ve uzun vadeli olarak değerlendiriyor ve bağlı bulunduğu ekiplere liderlik yapıyor. ceo, cfo, coo, cio, cto ve cmo olmak üzere şirketin farklı birimlerinde üst düzey yöneticiler çeşitli görevler üstleniyor. hedeflerin gerçekleşmesi, engellerin kaldırılması, ekiplerin motivasyonlarının sağlanması ve bütçenin yönetilmesi üst düzey yöneticilerin sorumluluğunda oluyor.
ceo nedir?
ceo, chief executive officer anlamına geliyor. şirketin önemli pozisyonlarından birini üstlenen ceo, en üst düzey yönetici olarak görev alıyor.
cfo nedir?
cfo, chief financial officer anlamına geliyor. genel olarak cfo’lar ekonomi, finans, muhasebe, işletme veya mühendislik gibi bölümlerde eğitim alıyor. bir şirketteki finans süreci ile ilgili en üst düzey yönetici cfo oluyor.
coo nedir?
coo, chief operating officer anlamına geliyor. coo’lar şirket içerisindeki tüm operasyonların verimli bir şekilde yerine getirilmesinden sorumlu oluyor.
cio nedir?
cio, chief information officer anlamına geliyor. cio, şirketlerin bilgi teknolojileri departmanının en üst düzey yöneticisi oluyor.
cmo nedir?
cmo, chief marketing officer anlamına geliyor. cmo, satış ve pazarlama süreçlerinin yönetilmesinden sorumlu oluyor.
cto nedir?
cto, chief technology officer anlamına geliyor. cto’lar teknoloji projelerinin geliştirilmesinden ve operasyonların verimli bir şekilde yürütülmesinden sorumlu oluyor.
balıkesir yöresinde ise bu tatlıya “höşmerim” isminin verilmesi farklı bir hikâyesi var. hikâyeye geçmeden önce bir not paylaşmak isterim. osmanlı döneminde ki türk aile yapısında, evli kadınlar eşlerine ‘er’ veya ‘erim’ diye hitap edermiş.

rivayete göre, savaşın başlaması üzerine erini cepheye yolcu eden gelin, uzun yıllar geri dönmesini beklemiş. aradan uzun zaman geçmesine rağmen eri geri dönmeyen gelinin bütün ümitleri tükenmiş ve şehit düştüğünü düşünmeye başlamış. fakat uzun yıllar sonra da olsa eri geri dönmüş. gelin, canından çok sevdiği hayat arkadaşını birden karşısında görünce çok sevinmiş ve bir sofra hazırlamaya karar vermiş. ama yoksulluk nedeni ile mutfakta pek bir şey bulamamış. ne yapsam acaba diye düşünürken ellerinde kalan tek ineğin sütünden mayalayıp duvara astığı peynir gözüne ilişmiş. taze peynirin içine yumurta, şeker ve irmik katarak ateşte pişirmiş. i̇lk defa yaptığı bu lezzeti erine sunmuş ve merakla “hoş mu erim? hoş mu erim?” diye sormuş. hayat arkadaşı memnuniyetle “hoş hoş” diyerek gelini takdir etmiş. öncellikle balıkesir yöresinde sonra da tüm ülkede hikayesi kulaktan kulağa anlatılarak yapılan tatlı, hikayesinden dolayı “höşmerim” adını almış.
bir zamanlar i̇stanbul’da, edirneli aksi yusuf adında bir peynir tüccarı var imiş. madrabaz ve cimri birisi olup, trakya’dan getirttiği peynirleri i̇stanbul’da satar, artanını da deniz yoluyla i̇zmir’e gönderirmiş.

i̇zmir’de peynir fiyatları yükseldikçe elinde ne kadar mal varsa gemilere yükletir ama navlunu peşin vermek istemeyerek, kaptanları yalanlarıyla oyalar durur, “hele peynirler sağ salim varsın, istediğin parayı fazla fazla veririm,” diye vaatlerde bulunurmuş. birkaç kez aldanan tüccar gemi kaptanlarından birisi, yine i̇zmir’e doğru yola çıkmak üzere iken diklenmiş:

-efendi tayfalarıma para ödeyeceğim. geminin kalkması için masrafım var. navlunu peşin ödemezsen sarayburnu’nu bile dönmem.
aksi yusuf her zamanki gibi,
-hele peynirler i̇zmir’e salimen varsın…
demeye başlar başlamaz kaptan;
-efendi, lafla peynir gemisi yürümez. buna kömür lazım, yağ lazım.
aksi yusuf parayı ödemiş. o gün akşama kadar şu bir tek cümleyi sayıklayıp durmuş.
ünlü silah soyguncusu bill hickok, 1876 yılında poker oynarken öldürülüyor.
bilin bakalım elinde hangi kartlar var? i̇ki as ve iki sekiz tabii ki!
John Wick: Chapter 4
“çok yaşa”, “i̇yi ve uzun yaşa”, “sağlıklı yaşa”, “god bless you”, “gesundheit” ve diğerleri... dünyanın her yerinde hapşıran insana söylenen bazı sözcükler.

eski insanlar nefesin veya soluğun ruh olduğuna veya yaşamın özü olduğuna inanırlardı. tanrı insanı yarattığında soluğunu insanlara üflemişti ve o soluk bedende bulunduğu sürece yaşam sürüyordu. bu inancın doğrultusunda hapşırınca nefesin durması veya o kasılma hareketinin sonucunda soluğun dışarıya kaçıp gideceğinden korkuluyordu.

bir başka roma kaynağında ise hapşırma sırasında beyinde oluşan vakumun, içeriye kötü ruhların girmesine neden olacağına veya fırsat vereceğine inanıldığına rastlanıyor.
yandınız! 7 yıl her şey çok kötü gidecektir ya da yakınlarınızdan birisi öte tarafa geçiş yapacaktır. evde ayna kırıldığında hemen kırıklar evden uzaklaştırılmalı ve olabildiğince çabuk toprağa gömülmelidir. böylece kötülük geldiğinde ayna parçalarını evin dışında bulacağından, ev halkı paçayı kurtaracaktır.

aynanın icat edilmediği bilinmediği çağlarda insanlar parlak yüzeylere, göllere, havuzlara bakarlar ve öte yandaki kendilerini hayretle izlerlerdi. görüntülerinin dalgalanması veya titreşmesi kötüydü, felaket geliyor demekti. eski mısır ve yunan´da salt bu nedenle kırılmaz metal aynalar yapılıyordu, böylece öte yandaki görüntülerinin bozulmamasını garantiye alıyorlardı. roma´da ise camcılık ileri olduğundan ayna kırılmaları tabii ki daha çoktu ve kırık aynaların kötü talihin işareti olduğu kabul gördü.
hemen her kültürde ve ülkede yatağın sağ tarafında yatmanın veya sabah kalkmanın hayırlı olacağına ve o günün şanslı olacağına inanılır. sağdan kalkılmalı ve sağ ayakla yere basılmalıdır yani ilk adım sağ ayakla atılmalıdır. bir yere girerken sağ ayakla adım atılarak girmek iyidir, uçağa binerken de... hatta yanlışlıkla sol ayakla girilmişse geri dönerek, sağ ayakla tekrar girilir.

neden ? roma mitolojisinde ve halk arasındaki kült inançlarında sol tarafın satanik yani kötü olduğu inancı vardı. roma vatandaşları evlerine muhakkak sağ ayaklarıyla adım atarak girerlerdi. i̇lginçtir işleri, sağlığı uzun zaman iyi giden insanlar, zor durumda olan evlere davet edilirler ve sağ ayaklarıyla içeri girmeleri istenirdi, böylece kaçan iyilik ve şans geri gelecekti.
13 sayısının uğursuz olduğuna dair inanç bir çeşit korku hastalığı olarak kabul edilmiş olup adı 'triskaidekaphobia'dır. bu inancın kökleri mitolojik tanrıların yaşadığına inanılan çağlara, i̇skandinavya topraklarına kadar gider. işık ve güzellik tanrısı balder'in verdiği ziyafete 12 kişi davetli iken, yalanların ve hilelerin tanrısı loki, davetli olmadığı halde, zorla 13. kişi olarak katılmak ister. çıkan tartışmada loki balder'i öldürür.

i̇skandinavya'dan avrupa'nın güneyine kadar yayılan bu mit, hıristiyan din adamları tarafından hz. i̇sa'nın son yemeğine uyarlanır. bu uyarlamada balder'in yerini hz. i̇sa, loki'nin yerini de judas alır. bu yemekten 24 saat sonra hz. i̇sa çarmıha gerilerek öldürüldüğü için hıristiyanlarda akşam yemeğinde 13 kişi bir araya gelirse bunlardan birinin başına bir felaket geleceğine inanılır. 13 sayısının uğursuzluğuna duyulan inancın kökeninde bir yıl içinde ayın 13 kez dolunay olarak gözükmesinin yattığını söyleyenler de vardır."13"ün uğursuzluğuna inanılmasının diğer ilginç sebepleri de şunlar...

‘ apollo 13’ aya gitme macerasında başarısız olan tek ekiptir..
darağacına giden yolda 13 basamak vardır..
13 ekim 1307’de çok sayıda şövalye tutuklanıp idam edildi..
cadılar toplantısına katılanların sayısının 13 olduğuna inanılırdı..
ad ve soyadındaki harflerin toplamı 13 olanların çok şanssız bir hayat geçireceği düşünülür...
13 yaşı çocukların erişkinliğe adım attıkları yaştır. hepimiz bunun ne kadar sıkıntı verici olduğunu biliriz.
sıralamada 12 rakamı mükemmeliyet ve bütünlük ifade eder. 13 rakamı ise kusursuzluğun üzerine ekleme yapmak olarak algılanır. bu sebepten de uğursuz olduğu varsayılır.kaynak: milliyet.com
milattan önce 3000'li yıllarda, eski mısırlılar zamanında kediler kutsal bir canlı olarak görülüyordu. hatta siyah dişi kediler tanrıça olarak kabul ediliyordu. kedileri hastalık ve ölümden korumak için kanunlar bile yapılmıştı..
kedilerden, özellikle siyah kedilerden nefret, hıristiyanlığın kendinden önceki kültürleri ve onların sembol kabul ettiği şeyleri yok etme güdüsü ile ortaçağda, i̇ngiltere'de başladı.

bağımsız, bildiğini yapan, "inatçı" ve "sinsi" karakteri, sayılarının da şehirlerde aşırı artması ile birleşince, kediler gözden düştü. o yıllarda evinde kedi besleyenler yalnız yaşayan fakir ve yaşlı kadınlardı. yine o yıllar büyücü ve cadı inancının tüm avrupa'da histeriye dönüştüğü yıllardı. siyah kedi besleyen bu kadınların kara büyü yaptıklarına ve siyah kedilerin geceleri şeytana dönüştüklerine dair korku dolu halk hikâyeleri üretildi. cadı konusu bir paranoyaya dönüşünce birçok zavallı kadın kedisi ile birlikte yakıldı. fransa'da kral 13. louis bu uygulamayı yasaklayana kadar her ay binlerce kedi yakıldı.
duvara dayanan bir merdiven, duvar ile arasında bir üçgen oluşturur. bu, bir çok kültürde tanrıların kutsal üçgeni olarak bilinir. örneğin piramitlerin kenarlarının üçgen olması da bu inanca dayanır. bir üçgenin içinden geçmek de, bir kutsal yere meydan okumak anlamına gelebilir.eski mısırlılar için zaten merdivenin kendisi iyi şansın sembolü idi. merdiven olmasaydı, güneş tanrısı osiris'i karanlıkların ruhundaki hapis hayatından kurtarmak mümkün olamayacaktı. ayrıca merdiven, tanrıların katına tırmanmak için de şekilsel bir semboldü.

Asırlar sonra Hıristiyanlık bu inancı da Hz. İsa'nın ölüm şekline adapte etti. Çarmıha dayalı merdiven kötülüğün, hıyanetin ve ölümün sembolü oldu. İnsanlar, merdivenin altından geçmekle bütün bu kötü geleceklerle karşılaşabileceklerine inandırıldılar.


17. yüzyılda İngiltere ve Fransa'da suçlular darağacına götürülmeden önce bir merdivenin altından geçiriliyorlardı. Değişik kültürler bu uğursuzluğa karşı bazı panzehirler geliştirdiler. Mesela Romalıların panzehiri yumruktu. O kişiler orta yani en uzun parmaklarını gerip diğer parmaklarını yumruk gibi yaparlar ve geçtikten sonra merdivene doğru sallarlardı.
çok eski zamanlarda meşe ağacının, yüksekliği ve sağlamlığı nedeniyle, bazı güçlere sahip olduğuna inanılıyordu. tahtaya vurma inancı dünyanın apayrı iki yerinde birbirinden bağımsız olarak gelişti. önce milattan önce 2000'li yıllarda kuzey amerika yerlilerinde, sonra da ege'de helen uygarlığında. her iki kültür de meşe ağacına çok sık yıldırım düştüğünü gözlemlemişti. amerika yerlileri meşenin, tanrının yıldırımla yeryüzüne inip üzerinde oturduğu yer olduğuna, helenler ise yıldırım tanrısı olduğuna inanmışlardı. kuzey amerika yerlileri, bu ağacın köküne vurarak, ileride başlarına gelebilecek tehlikelere ve şansızlıklara karşı tanrı ile temasa geçtiklerine inanıyorlar ve ondan kendilerini korumasını istiyorlardı. ortaçağda ise hıristiyan din adamları bu inancı kendi devirlerine taşıdılar. onlara göre bu inanışın temelinde hz. i̇sa'nın tahta bir çarmıhta öldürülmesi yatıyordu. hatta avrupa'nın her katedralinde orijinal tahta haçın küçük bir parçasının bulunduğuna inanılıyordu. bu tahtaya vurmak ise "tanrım dua ve isteklerimi gerçekleştir" anlamına geliyordu.
kara tren bir kişinin değil, bir milletin türküsüdür. birinci dünya savaşı sırasında dört bir yandaki cephelerde mücadele eden askerlerimiz, evlerine haber vermek için yazdıkları mektupları kara trenlere yükler ve öyle gönderirlerdi. tren garlarında kocasının, çocuğunun, babasının haberini bekleyen insanları anlatan bu türkü acı haber alanların ve gidenlerden bir daha hiç haber alamayanların feryadıdır.
bir zamanlar balıkesir’de mehmet şevki bey isimli oldukça zengin bir bey yaşarmış. bu beyin eşi şöhret, oyalı yazmalar ve şık ayakkabılar giyermiş. oğlu askerde olduğu için şöhret hanım tek başına zeytin toplamaya gider ve burada kekliklerle konuşarak vakit geçirirmiş. yine böyle bir günde oğlunun şehit olduğu haberini duyan şöhret hanım oracıkta bir ağıt yakarak yürek acısını ölümsüzleştirir.
bir zamanlar elazığ’da bekir hoca isimli orta yaşlı bir adam yaşarmış. halk tarafından sevilen bekir hoca, bir gün kendinden epey genç bir kızla evlenmiş. kızın gönlü pek yokmuş ama zaman içinde alışmış. şehrin varlıklı ailelerinden birinin oğlu mamoş olarak bilinen mehmet, şehir dışında eğitim görmüş ve elazığ’a geri dönmüştür. mamoş ile bekir hoca’nın eşi pazarda karşılaştıktan sonra ilk görüşte birbirlerine aşık olurlar.

i̇kili arasındaki masum sevgi giderek yasak aşka dönüşür. bu durum bekir hoca’nın da kulağına gider. bir gün bekir hoca’nın evden erken çıkmasını fırsat bilen eşi hemen mamoş’u eve alır. zaten bunu planlamış olan bekir hoca genç aşıkları basar. mamoş’un kalbine, kızın da yüzüne bir kurşun sıkarak ikisini de oracıkta öldürür. bu hikaye dilden dile anlatılarak türkü olur.
kıbrıs’ın mağusa limanı’nda hamal olarak çalışan ali, evli ve bir çocuk babasıdır. her akşam eve gitmeden önce limandaki bir meyhanede bir şeyler içer ve öyle evine döner. bir gün meyhanede işgalci i̇ngilizler tarafından bölgeye gönderilen yedi hintli asker ile arasında bir tartışma yaşanır. ali hepsini haşat eder, kaçması söylenir ancak kendi memleketimde işgalcilerden neden kaçacağım der ve kalır.

ali, ertesi gün meyhaneye gittiği zaman bu sefer aynı yedi hint askeri silahlı olarak onu beklemektedirler. birini yumruğuyla deviren ali, diğerlerine karşı koyamaz ve süngü darbeleri ile delik deşik edilir. hintli askerler ibret olsun diye ölmek üzere olan ali’yi mağusa limanı’na getirirler. ali’nin eşi haberi almış ve koşarak gelmiştir. ali yedi bıçak yarasına dayanmaz olmuş, eşinin kollarında hayatını kaybetmiştir.